R10.NET Uygulamaları
Kullanıcılar
Yükleniyor, lütfen bekleyiniz..

    Diyabet Hastalığı

    Diyabet hastalığı, halk dilinde şeker hastalığı olarak bilinen, vücuttaki insülin hormonunun üretilememesi veya üretilen hormonların emilimi ile ilgili sorunların yol açtığı hastalıktır. Hormonal dengelere göre farklı tipleri bulunan diyabet hastalığına sahip hastaları ömür boyu sürebilecek tedavilerden geçmektedir.

    Diyabet Hastalığı Nedir? 

    İnsanlar arasında şeker hastalığı olarak da bilinen Diyabetes Mellitus, glukozun kanda yüksek seyrettiği kronik metabolik bir durumdur. İnsülin hormonu, glukozun kandan hücrelere taşınmasını ve hücrelerde de ya depolanmasını ya da enerji üretilmesini sağlar. Diyabet hastalığında vücutta yeteri kadar insülini aktif olarak kullanamaz veya hiç insülin üretilemez. Şeker hastalığının korkulan tarafı kronik hale geldiğinde ve sinsice ilerlediğinde böbreklere, sinirlere, gözlere ve diğer organlara zarar vermesidir. Tip 1 diyabet, tip 2 diyabet, gestasyonel diyabet, prediyabet (insülin direnci) gibi hastalık çeşitli gruplara ayrılabilir. Bu ayrımı yaparken insülin hormonu durumu ve hastanın mevcut hali göz önünde bulundurulur. 

    Diyabet Tipleri Nelerdir? 

    Tip 1 Diyabet Tanımı, Belirtileri ve Tedavisi Nedir?

    Tip 1 diyabet otoimmün hastalıklar arasındadır. Otoimmün hastalıklarda kişinin bağışıklık sistemi kendi vücuduna karşı savaş açar ve çeşitli semptomlar görülür. Tip 1 diyabet hastalığında bağışıklık hücrelerinin hatalı bir şekilde savaş açtığı yer insülinin salgılandığı pankreas organında yer alan beta hücreleridir. Ancak bu saldırıya neyin sebep olduğu net değildir. Tüm dünyada Diyabetes Mellitus tanısı alan hastaların yaklaşık %10 kadarı tip 1 diyabet hastalığından doktor kontrolü altındadır. Bununla beraber erken yaşlarda tedavi edilmesi gereken hastaların atlandığı ya da tanı almak amacıyla hekime başvuramayan hastalar da ilave edilirse bu oran daha yükselecektir. 

    Tip 1 diyabet hastalığının belirtileri arasında hızlı ve sebepsiz kilo kaybı, mide bulantısı ve kusma sayılabilir. Kilo kaybının en temel sebebi; insülin yokluğundan dolayı vücudun glukozdan yeteri kadar yararlanamaması ve bunun yerine enerji kaynağı olarak kas ve yağ dokudan yakmasıdır. Mide bulantısı ve kusma da yağ yakılması sonucu meydana gelir. Yağlar enerji kaynağı olarak kullanılmaya başlandığında keton cisimcikleri açığa çıkar. Bu da diyabetik ketoasidoz adlı tabloya sebep olur ki hekimlerin tip 1 diyabet hastalarında en korktukları durumdur. Açığa çıkan ketonlar kötü ağız kokusu ve mide semptomlarına sebep olur. Hastalığın belirti ve semptomlarını en aza indirmek için zamanında yiyecek tüketilmeli ve insülin hormonu enjeksiyonuna çok dikkat edilmelidir. 

    Tip 2 Diyabet Tanımı, Belirtileri ve Tedavisi Nedir? 

    Tip 2 diyabet hastalığı yüksek kan şekeri düzeyi ile seyreder. Pankreas organından salgılanan ve vücudun glukoz metabolizmasını düzenleyen insülin hormonu, tip 2 diyabet hastalarında eksiktir. Vücudun geneli beynin ise tamamı enerji ihtiyacını glikozdan karşılamaktadır. Besinlerle alınan karbonhidratlar, ağız mide ve ince bağırsaklardan sindirime uğrayarak glikoza dönüşür. Bu glikozun vücutta enerji kaynağı olarak kullanılabilmesi için genel dolaşım sisteminden hücre içine girmesi gerekir. Bu noktada pankreas beta hücrelerinden salgılanan insülin hormonu işlev görmektedir. Beta hücrelerinden vücuda verilen insülin, glikozun kandan dokulara oradan da organlara girişini sağlamaktadır. Eğer bu akış bozulur ve pankreastan insülin salınımı yapılamazsa dokulara insülin girişi olmaz ve kandaki şeker organların kullanımına sunulamaz. Kanda glikoz yüksekliğiyle seyreden hiperglisemi tablosu ortaya çıkar. Eğer hiperglisemik durum kronik hale gelirse kılcal damarlar ve sinirler başta olmak üzere, pek çok organ olumsuz etkilenir. 

    Tip 2 diyabet hastalığının belirtileri arasında; polidipsi (aşırı susama ve su alımında belirginleşen artma), poliüri (çok sık idrara çıkma) ve polifaji (çok fazla yeme isteği) sayılmaktadır. Tıpta bu belirtilere 3p bulgusu denir. Aynı zamanda bu 3P bulgusunun yanında hastalarda halsizlik, yorgunluk, baş dönmesi, ağızda kuruma hissi, normalden fazla acıkma ve yeme, ağızda keton cisimciklerinden kaynaklanan aseton kokusu, bulanık görme ve istemsiz olarak kilo kaybı görülebilir. Kişiler açlığa tahammül edemezler ve kan şekerleri hızlı bir şekilde düştüğü için halsizlik halindedir. Gözlerde bulanık görme ise şekerin aşırı yükselmesi sonucu merceklerden sıvı çekilmesiyle ortaya çıkar. Sinirlerde hasar yüksek kan şekeri sonucunda görülür ve hasta nöropatik ağrılar yaşar. Nöropatik ağrılardan kasıt ise; ayaklarda uyuşma, karıncalanma, yanma, batma ve kronik hiperglisemik durumlarda ise hissizliktir. 

    Tip 2 diyabet hastalarının tedavisinde ise sıklıkla insülin preparatları ya da hormonu direkt olarak hastanın seviyesine göre reçete edilir. Uzman hekimler, hastanın sosyoekonomik düzeyine göre insülin düzeylerini ve kan şeker seviyelerini oral glukoz tolerans testi yardımıyla tespit ettikten sonra tedaviye başlar. Çünkü tip 2 diyabetin nedenleri arasında genetiğin yanında çevresel faktörler de etkilidir. Tip 1 diyabette olduğu gibi insülin tamamen yok değildir. Pankreas beta hücrelerinden salınım vardır ancak vücuttaki bir mekanizma bozukluğu sonucu insülin hormonu etkisini hücre düzeyinde gösterememektedir. 

    Tip 2 diyabet hastalığına yakalanma riskini artıran temel durumlar arasında obezite, sedanter yaşam koşulları, ailede diyabet hastalarının bulunması (genetik), aşırı stresli yaşam, gestasyonel diyabet öyküsü sayılabilir. Tip 2 diyabetten korunmak için her gün on bin adım atmaya özen gösterilmeli ve kişiler mevcut metabolik hızlarına göre günlük ya da haftalık egzersizlerini ayarlamalıdır. Ana amaç kan şekeri regülasyonu yani düzenlenmesi olduğu için beslenme rutini önemlidir. Sağlıklı yaşam ve glisemik indeksi düşük gıdaların tüketilmesi ve Akdeniz diyeti tip 2 diyabet hastalarına uzmanlar tarafından önerilmektedir. 

    Gün içerisinde 3 öğün beslenmeye dikkat edilmeli ve ara öğünlerde de kan şekeri düzenini korumak amacıyla ayran, yoğurt, meyve, çiğ kuruyemiş yenilebilir. Çünkü bu gıdalar kan şekerinde ani dalgalanmaları en aza indirir. Beyaz ekmek tüketimi sınırlanmalı ve onun yerine tam buğday ya da çavdar ekmeği tercih edilmelidir. Yağlı ve şekerli gıdalardan kaçınılmalı, gün içerisinde gazoz, kola gibi gazlı içecekler tüketilmemelidir. Çünkü gazlı içecekler kan şeker düzeyini aniden yükseltir ve vücut dengesini bozarak kişiyi koma haline getirebilir. Trans ve doymuş yağlar, kolesterol seviyesini yükseltir ve tip 2 diyabet hastalarını olumsuz etkiler. Gün içinde kolesterol alımı maksimum 300 mg seviyesinde olmalıdır. Üzerindeki miktarlar HDL düzeyini artırır ve kişide diyabetin yanı sıra aterosklerotik kalp hastalıklarına da yol açar. 

    Gestasyonel Diyabet Tanımı, Belirtileri ve Tedavisi

    Gebelik sırasında herhangi bir trimesterda ortaya çıkan diyabet türüne gestasyonel diyabet adı verilir. Gestasyonel diyabet yani gebelik diyabeti esnasında hamile kadınlar, gün içerisinde normalden fazla su içerek daha çok idrara çıkar. Bunun temel sebebi de glikozun insülinin yetersiz kullanımından kaynaklı azlığından dolayı hücrelere yeteri kadar glikozun gitmemesidir. Kanda artan glikoz seviyesi böbreklerden kanın geçerken sıvının daha fazla atılmasını sağlar. Böylece hastada sürekli bir susuzluk hissi oluşur. Hasta gebe kalmadan önce tanı aldıysa tedavisi gebelik kilosu ve durumuna göre yeniden planlanır. Ancak gebelik esnasında tanısı konulduysa mevcut fetusun durumu ve gebenin toleransı dikkate alınarak hekim tarafından en faydalı olacak tedavi reçete edilir. 

    Diyabetin Ortaya Çıkabilecek Komplikasyonları Nelerdir?

    Yapılan araştırmalar sonucunda dünya üzerinde her 11 kişiden birinde diyabetes mellitus hastalığı görülmekte ve her 6 saniyede bir birey yine bu hastalık nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Dolayısıyla küresel bir halk sağlığı sorunu olan diyabetin oluşabilecek komplikasyonlarından korunmak oldukça önemlidir. Mümkünse diyabete hiç yakalanmamak en iyi koruyucu hekimlik politikaları arasında yer almaktadır. Ancak insanların benimsedikleri yaşam tarzları ve alışkanlıkları göz önüne alındığında mümkün olmamakla beraber diyabete karşı sağlık çalışanları küresel savaş vermektedir. 

    Uzman endokrinologlar diyabetin akut ve kronik komplikasyonları olduğunu dile getirir. Akut komplikasyonları aşağıdaki gibidir; 

    • Hipoglisemi: düşük kan şekeri seviyesi olarak bilinen hipoglisemi, fazla insülin kullanımından kaynaklandığı gibi, fazla egzersiz yapmak ya da yetersiz beslenmeden de meydana gelebilir. Normal hayatta şekerli su, meyve suları ya da kesme/toz şeker kan şekeri seviyesini hızla yükseltir. Bu nedenle diyabet hastaları hipoglisemi riskine karşı yanlarında sürekli şekerli bir besin bulundurmak durumundadır. 
    • Ketoasidoz: diyabetin koma durumlarından olan diyabetik ketoasidoz, insülin yokluğuna bağlı olarak gelişir. Tip 1 diyabet hastalarında daha sık görülür. 
    • Laktik asidoz: hücreler vücudun enerji ihtiyacı için glikoz dışında başka bir yakıt kullandıklarında ortaya laktik asit çıkar. Eğer oluşan bu laktik asit vücutta fazla süre kalırsa kişide dengesizlik, huzursuzluk, baş dönmesi gibi semptomlar gösterir. 
    • Bakteriyel ve mantar enfeksiyonları: diyabet hastaları enfeksiyonlara açıktır. Çünkü bakteri ve mantar enfeksiyonları glikozdan beslenir. Diyabette vücut glikozu kanda kalır ve organlara geçemez. Kandaki enfeksiyon ajanları da bu glikozu besin olarak tüketerek çoğalır. Bu nedenle diyabet hastalarında bakteri ve mantar enfeksiyonları daha fazla görülür. 

    Diyabetin kronik komplikasyonları ise şu şekildedir;

    • Kardiyovasküler hastalıklar: kan şeker seviyesinin uzun süre boyunca vücutta yüksek seyretmesi, kılcal damarları ve sinirleri olumsuz etkiler. Aterosklerotik yani damar daralmasıyla ilerleyen kalp hastalıkları ortaya çıkar. Kılcal damarlar kalbi yeteri kadar besleyemezse kalp uzun sürede yetersizliğe kadar ilerleyebilir. Ayrıca sinirler de yüksek kan şekerinden etkileneceği için hastaların felç (inme) geçirme riskleri normal sağlıklı kişilere göre 5 kat daha fazladır. 
    • Retinopati: gözlerin diyabet nedeniyle hasarlanmasıdır. Gözdeki damarlar da kandaki yüksek glikoz seviyesinden etkilenir. Oluşabilen mikroanevrizmalar sonucu dışarı kan ve serum sızmaları görülebilir. Damar yapısı bozulur ve bu damarların beslediği göz bölgesi körlüğe kadar giden çeşitli rahatsızlıklar yaşar. Akut komplikasyonlar meydana gelirken göz fazla etkilenmese de eğer diyabet hastalarında görme kaybı gelişiyorsa durumun kronik bir hal aldığı bilinmelidir. Tedavi ve yaşam koşulları da buna göre yeniden düzenlenmelidir. Diyabetli hastalar rahatsızlıklarının ilerleyişini görebilmek ve komplikasyonlardan korunmak amacıyla 3-6 ayda bir göz muayenesi olmalıdır. Göz dibi damarları mutlaka değerlendirilmelidir. 
    • Nefropati: kandaki hiperglisemik durum böbreklerden çok fazla su ve beraberinde birçok elektrolit maddenin atılmasını sağlar. Bu da zamanla vücudun homeostasisini bozarak kişide sağlık sorunlarına yol açar. Başta hipertansiyon olmak üzere hidronefroz veya kronik böbrek yetmezliği diyabetes mellitus hastalarında ortaya çıkabilmektedir. 
    • Nöropati: diyabetin vücutta yaptığı en büyük kötülük kan kılcal ve beyin damarlarına, sinirlerine saldırmasıdır. Yüksek kan şekeri seviyeleri damarların ve sinirlerin yapısını anormal derecede bozmakta ve artık sinirsel iletimin yavaşlamasına ve damar için kan akımının durmasına yol açmaktadır. Nöropati geliştiren diyabet hastaları felç riskinden korunmak amacıyla nöroloji uzmanlarına 3-4 ayda bir kez mutlaka muayene olmalıdır. Aksi takdirde elde ve ayaklarda batma, yanma, karıncalanma ve uyuşma gibi kronik sorunlarla ömür boyu baş etmek durumundadırlar. 
    • Cinsel isteksizlik: diyabet hastalığı damarlara zarar vermekte ve bu da cinsel organlara giden kan akışını azalmaktadır. Hiperglisemik durumlar, kadın ve erkekte cinsel işlev bozukluğuna yol açmakla birlikte diyabetli bireyler cinsel işlev artırıcı tedavilerle bu sorunların üstesinden gelebilirler. 

    Diyabetin Tedavisi Nasıldır?

    Tip 1 Diyabet Hastaları İçin İnsülin Tedavisi

    Tip 1 diyabet hastalarında insülin hormonu üretimi hiç yoktur. Bu nedenle dışarıdan replase edilmesi gerekir. Hastalar günlük olarak belli zamanlarda kas içlerine insülin enjeksiyonu yapmak zorundadır. Aksi takdirde diyabetin uzun ve kısa vadeli komplikasyonlarıyla savaşmak durumunda kalınabilir. Hastaların kendilerine insülini doğru bir şekilde enjekte edebilmeyi öğrenmeleri çok önemlidir. Çünkü ne kadar doğala yakın bir insülin seviyesi yakalanırsa hastanın uzun süre sağ kalımı o kadar uzun olacaktır. 

    Tip 1 diyabet hastalarında bazal insülin ve bolus insülin tedavileri vardır. Bazal insülini hasta birey gün içinde 1 ya da 2 kez yaparak kan şeker düzeyini sürekli olarak ayarlayabilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken en önemli konu hipoglisemi durumudur. Çünkü yüksek doz insülin enjeksiyonu yapılabilir. Bolus insülin ise öğün aralarında uygulanır. Kişi yemeğe oturmadan önce ya da sonra insülin hormonunu alır ve sonrasında aşırı yükselmelerden korunmuş olur. 

    Bunların yanında tip 1 diyabet hastalarının kullandığı hazır formülasyonlar ve ko-formülasyon insülinler de mevcuttur. Ülkemizde diyabet hastalarının enjektabl insüline uyumu Sağlık Bakanlığı tarafından verilebilecek eğitimlerle artırılmalıdır. 

    Tip 2 Diyabet Hastalarının Tedavisi Nasıl Olmalıdır? 

    Tip 2 diyabette vücutta insülin vardır ancak vücudun bundan yararlanımı çok azdır. Çünkü çeşitli mekanizma bozuklukları söz konusudur. Tip 2 diyabetli hastaların insülin tedavisi iyi ayarlanmalıdır. Uzun etkili insülinler, bolus insülin ve hazır karışım insülinler en çok tercih edilen tedavi rejimleri arasındadır. Endokrinolog, hastasının ek rahatsızlıklarını ve alerjik, sosyo-ekonomik durumunu göz önünde bulundurarak en uygun tedaviyi reçete eder. 

    Yazıyı Paylaş
    İçeriği Faydalı Buldunuz mu?
    Diyabet Hastalığı

    Size daha iyi hizmet sunabilmek
    için çerezleri kullanıyoruz.

    Çerez Politikası Kabul Et